SOL BASININ KENDİSİ GİBİ DÜŞÜNMEYENLER İÇİN DE ADALETİ SAVUNAN BİR ANLAYIŞ KAZANMASI TÜRKİYE’NİN GELECEĞİ İÇİN ÖNEMLİDİR
Müvekkil ve arkadaşlarına yönelik 2018’de düzenlenen operasyondan bu yana müvekkil hakkında, Türkiye tarihinde eşine az rastlanır bir şekilde hız kesmeyen bir karalama, iftira, hak ve hukuk ihlalleri yaşanmaktadır. Öyle ki ulusal kanallardaki bazı dizilerde müvekkilin nasıl öldürülmesi gerektiğine yönelik sahneler yayınlanmakta ve adalet, hak, hukuk savunucusu olduğunu iddia edenler dahi garip bir sessizlik içinde bu anormalliği izlemektedir. Adnan Oktar Davası söz konusu olduğunda tüm Türkiye’nin şaşkınlıkla izlediği bir diğer durum da Yeni Akit ile Cumhuriyet gazetesinin, A Haber ile Halk TV’nin, vb. diğer zıt görüşlü kutupların bile aynı ‘hukuk ve adaleti hiçe sayma’ çizgisinde birleşmesidir.
Müvekkil Adnan Oktar’ın,
- Tüm dünyanın ittifakla kabul ettiği üzere, Darwinizm’in geçersizliğini, aksi iddia edilmesi mümkün olmayacak şekilde bilimsel olarak ortaya koymuş olması,
- İslam’ın, bazı bağnaz zihniyetli kesimler tarafından lanse edildiği gibi anti demokratik, anti laik olmadığını, özgürlük ve modernlik karşıtlığı ile, kadın düşmanlığı ile eş anlamlı olmadığını göstermesiyle dine en uzak duran kesimlerin bile dine yaklaşmasını sağlaması,
- Atatürk’ün dindar, maneviyata önem veren yönünü göstermesiyle Atatürkçülüğün bazı din karşıtı kişi ve ideolojik çevrelerin elinde bir tekel olmaktan çıkarması,
- Dini yobazlık, kadın düşmanlığı, özgür düşünceye karşı bir sistem gibi göstererek halkın geniş kesimlerini küçük görmeye, ezmeye çalışan ateist, materyalist dünya görüşündeki kesimlere karşı dinin özgürlük, modernizm, güzellik, sevgi, kadına değer verme olduğunu anlatarak onların elinden bu silahlarını alması …
gibi bazı temel sebeplerin, özellikle birtakım sol çevrelerde müvekkile karşı için için gizli bir öfkeye sebep olduğu görülmektedir.
Söz konusu çevrelerin fikren yenilgiye uğramış olmalarının acısını müvekkilden çıkarma dürtüleri aslında en çok savunduklarını iddia ettikleri demokratik değerlere ve kendilerine zarar vermektedir. Nitekim özellikle sol basındaki bazı gazeteci, yazar ve TV programcılarında kemikleşmiş olan; halkın değerlerinden uzak, üst perde, yalnız kendinden olanı savunan, diğerlerinin haklarını yok sayan, sevgisiz, anlayışsız ve katı üslubun sebep olduğu tahribat Sayın Kemal Kılıçdaroğlu, Sayın Mansur Yavaş, Sayın Özgür Özel gibi siyasetçiler tarafından da açıkça dile getirilmektedir.
- “Solcu olan dinsiz olmalıdır” dayatması sol kesim üzerindeki en ağır baskıdır, müvekkil bu baskının ortadan kalkması gerektiği kanaatindedir
Müvekkil Adnan Oktar evrim teorisini bilimsel ve felsefi olarak yıktığı için kendisine duyulan ideolojik öfkenin yersiz olduğu kanaatindedir. Zira kendisinin de ifade ettiği üzere, evrimin imkansız olduğu bilimin söylediği bir hakikattir. Maddenin mutlak varlığı düşüncesi üzerine kurulu olan materyalizm ise kuantum temeline dayalı modern fizik tarafından 21. yüzyılda tümüyle yıkılmıştır. Müvekkilin eserlerinde de izah ettiği üzere, her insanın madde, dünya diye algıladığı tüm varlıkların ve olayların beyninin içinde seyrettiği bir görüntüden ibaret olduğu somut bir gerçektir. Dışarda ses yoktur, ışık yoktur, renk yoktur, insanların bildiği manada madde yoktur. Her insan beynin içinde ekran başında bir görüntüyü izlemektedir. İzlediği bu görüntüye de dünya, hayat denilmektedir. Bugüne kadar hiçbir insan beyninin dışına çıkamamış, madde adını verdiği ve “dışarıda” olduğunu iddia ettiği şeyle muhatap olamamıştır. Bundan sonra da hiçbir insan, beyninin dışına çıkamayacak, hatta “dışarısı” diye bir şey olup olmadığını dahi bilemeyecektir. Bir gazetecinin yazısını yazdığı masası, başında ayrılmadığı bilgisayarı, gündemi takip ettiği twitter ekranı, kendisine “gizli dosyalar” aktaran kaynakları, heyecanla konuşmalar yaptığı kanal stüdyosu, stüdyonun dev ışıkları, o esnada tartıştığı karşısındaki kişi, izleme oranlarını gösteren reytingler ve hayatına dair tüm detaylar beyninde kendisine Allah’ın izlettirdiği görüntülerden ibarettir. Müvekkilin bu bilimsel gerçekleri ortaya koyarak Allah’ın varlığının, sonsuz kudretinin ve insanın sonsuz aczinin açık bir hakikat olduğunu anlatmasından rahatsızlık duyulması da aslında bilime direnmek anlamına gelmektedir. Müvekkil, bu anlamsız inadın ve neden olduğu köklü yanılgının temelinde “solcu olan mutlaka dinsiz olmalıdır” tabusunun olduğunu düşünmektedir. Körü körüne bu tabuya bağlılık ise solun temeli olduğu iddia edilen düşünce özgürlüğünün tam zıttıdır.
Müvekkilin kanaatine göre;
Bir insan sol düşünceye sahipse “mutlaka tesadüfleri ilah edinmelidir” yaklaşımı aslında son iki yüzyılın en radikal dayatmasıdır. Bu dayatmaya herkesten önce özgür düşünceye inandığını ve alışılageldik kalıpları kırmak istediğini söyleyenlerin karşı durması gerekir. Hiçbir felsefe ve ideoloji tartışılamaz değildir.
Bilime değer verdiğini söyleyenlerin, bilimin ‘tesadüf hiçbir şeyi var edemez’ bulgusuna rağmen, 19. yüzyılın ilkel koşullarında ortaya atılmış köhne bir teoriye tutkuyla sahip çıkma gayreti aslında Allah’ı ve Kuran’ın özgür, sevgi dolu dünyasını bilmemelerinden kaynaklanmaktadır. Allah’ın var olması gerçekte söz konusu gazeteci ve yazarları mutlu edecek bir güzelliktir. Sosyal adalet, inanç özgürlüğü, kadın özgürlüğü, ifade özgürlüğü, tüm canlılara değer verme, farklı olana anlayış gösterme, her insanın düşüncelerinin, duygularının ve seçimlerinin eşit olarak değerli olması, sanat, kalite, modernlik gibi değerler Kuran’ın özüdür. Tüm bunlar insanların aradığı ve özlediği yaşama sevincinin temelidir. Çoğu zaman üzerinde bir kere bile düşünmeden anlamsız bir inatla dine duydukları karşıtlık ise kendi elleriyle neşelerini ve ruhlarını yok etmektedir. Ayetin ifadesiyle, “Allah insanlara zulmetmez, fakat insanlar kendi kendilerine zulmediyorlar.” (Yunus Suresi, 44)
Modernliğin ve aydınlığın dinsiz olma şartına bağlanması, insanların sorgulama ve özgür düşünme haklarını elinden alan, onları dar sınırlar içinde düşünmeye mahkum eden bir anlayıştır. Daha vahim olanı ise bu anlayışın “siz cahilsiniz, henüz aydınlanmadınız, biz sizi aydınlatacağız” denilerek topluma da dayatılmasıdır. Bu dayatma, belirlenmiş bu kriterler içinde olmayanların “hiza edilmeleri” sonucunu doğurmaktadır. “Hiza etmeyi” esas alan hiçbir ideoloji ve düşünce ise insanlara mutluluk getiremez. Bu sebeple Allah Kuran’da insanları dini yaşama, hatta kabul etme konusunda dahi baskı altına almamayı emretmiştir. Bakara Suresi’nin 256. ayetinde geçen “Dinde zorlama yoktur” ifadesi açık bir hükümdür. Allah, Kuran’da çok sayıda ayette Peygambere de “Sen yalnızca bir uyarıcısın” diye bildirmiştir. Allah’ın istediği insanların hiza edilerek, ayar verilerek değil hür vicdanlarıyla inanmaları ve inandıkları gibi yaşamalarıdır. Allah insanlar için özgürlük isterken insanların birbirlerini kendileri gibi olmaya mecbur bırakmaları ise aslında çok ibretlik bir durumdur.
Dindarsa baskıcıdır, yasaklayıcıdır diye düşünüyorsunuz. Oysa din özgürlüğün ta kendisidir. Hiçbir ideoloji dinin sağladığı özgürlüğü sağlamaz. Çünkü din herşeyden önce sokağın baskısını insanın üzerinden kaldırır. Dinin özü ne derler diye yaşamamaktır.
Sol kesimin sosyal adaleti istemesi, kadınların özgürlüğünü gündemde tutması, sanatı sevmesi, eşitlik, insan hakları diye çaba göstermesini, haksızlığa yolsuzluğa fakirliğe karşı halkı bilinçlendirme gayretini, adaleti ayakta tutma çabasını müvekkil takdirle karşılamaktadır. Ancak tüm bu güzellikleri sadece kendileri gibi inananlar, düşünenler ve yaşayanlar için istedikleri imajını oluşturan sevgisiz üslupları haklı olarak samimiyetlerinin sorgulanmasına sebep olmaktadır. Böylesine güzel değerleri savunurken dürüst olduklarına inanılmasının ölçüsü de en karşı oldukları kişiler için bile bu güzellikleri, bu hakları istemeleri, bunlara sahip olmalarından rahatsızlık duymamaları olacaktır.
- Adalet, sadece kendinden olanlar için değil tüm insanlar için eşit olarak istendiğinde ve uygulandığında adalet olur
Özgürlük ve adaletin sadece kendisiyle hemfikir olanlar için var olduğunu düşünen, kendinden farklı düşünenlerin haklarını savunmayan, hatta tam tersi kendisinden farklı olanların ezilmesine göz yumanların, hatta alkış tutanların üslup ve tutumları hem kendi değerlerine hem topluma hem de Türkiye’nin aydınlık geleceğine zarar vermektedir.
Sol basının birçok yayınında herhangi biri hakkında konuşurken bile tek esas alınan ölçünün “sola bakış açısı” olduğu görülmektedir. Mesela bazı ünlü fenomenler hakkında haber yapılırken dahi önce solcu olup olmadığını görüşü değerlendirilmekte, solcu değil ise sürekli aleyhlerinde yayın ve konuşmalar yapılmaktadır. Eğer bir suç varsa ve bu da delilleriyle ortaya konulmuşsa ya da suç olmadığı somut olarak ortaya çıkmış ve bir kişi iftiraya uğramışsa bu kişinin solcu olup olmaması esas konu olmamalıdır.
Benzer bir şekilde Ekrem İmamoğlu’nun yargılandığı dosyalarda yaşanan hukuksuzlukları dile getirirken bunların bin katının Adnan Oktar dosyasında yaşanıyor olmasının göz ardı edilmesi çok çarpıcı bir samimiyetsizlik örneği olmaktadır.
O dosyalarda;
- Hakim heyetinin özel olarak oluşturulduğu,
- Dosyaya ceza hukukçuları tarafından sunulan mütalaaların hiçe sayıldığı,
- Lehe delillerin toplanmadığı,
- Savunma hakkının ihlal edildiği gibi hususları günlerce uzun uzun anlatıp ortalığı ayağa kaldırırken birebir aynı şeylerin Adnan Oktar dosyasında da olduğunu;
- Adnan Oktar davasının hakim heyetinin özel olarak oluşturulup hükmün verilmesinden sonra dağıtıldığını,
- Türk Ceza Kanununu yazan hukuk profesörlerinin Adnan Oktar Dosyasında suç olmadığı yönünde mütalaa verdiklerini,
- Duruşmalar sırasında sanıkların hiçbir tanıklarının dinlenmediğini, kendilerinin ve avukatlarının sundukları, iddiaları kesin ve net olarak çürüten binlerce sayfalık somut, maddi delil ve belgelerin, savunma mantıklarının hiçbirinin dikkate alınmadığı, tek birinin dahi gerekçeli kararda bahsinin geçmediği,
- Müşteki beyanlarında tespit edilen yüzlerce çelişkili ifadeyi, dava sürecinde ortaya çıkan galiz yalanların görmezden gelinip bu delilsiz, mesnetsiz, asılsız soyut beyanların hükme esas alınmasını,
- Sanıkların delillerin toplanması taleplerinin tamamının birden gerekçesiz reddedildiğini,
- 10 binlerce yıl ceza istenilen bir yargılamada sanıklara kişi başına sadece 30 dakika-1 saat arası savunma yapma hakkı verildiğini,
- Kanunlara uyarak yerel mahkemenin vermiş olduğu yasa dışı ceza kararını bozan İstinaf hakimlerinin linç edildiklerini, görevlerinden alındıklarını …
birkez bile dile getirmemek dünyanın hiçbir yerinde adil ve vicdanlı bir tutum olarak değerlendirilemez.
Bunları dile getirmemek bir yana, Barış Terkoğlu gibi kendisini solcu olarak lanse eden bazı gazetecilerin sağ görüşlü olduğunu söyleyen isimlerle birlikte İstinaf hakimlerinin linç edilmelerine alkış tutması, bu hakimlerin hukuka uyduklarını son derece iyi biliyor olmasına rağmen daha yargılaması bile tamamlanmamış bu insanları yaftalaması dikkat çekici olmuştur.
Tüm bunları gören halkın, bu gazeteciler “herkes için adalet” dediklerinde samimiyetlerine inanmaları elbette pek mümkün olmamaktadır. Adalet ancak vicdan, sevgi, anlayış ve merhametin olduğu ortamda tecelli edebilir. Göz göre göre yaşanan hukuk ihlallerine, haksızlıklara, adaletsizliklere şaşırtıcı bir katılık ve sevgisizlikle adeta “oh olsun” der gibi yayınlar yapan bu çevrelerin “bir de sen vur” niteliğindeki üslupları halkın genelinde kendilerine karşı güvensizliğe sebep olmaktadır.
Örneğin solun en önde gelen isimlerinden biri olarak bilinen adeta bir fikir önderi gibi görülen Ayşenur Arslan hanımın müvekkilin bazı arkadaşlarıyla yaptığı bir görüşmede, “size veya dindar insanlara haksızlık da yapsalar hukuksuzluk da yapsalar beni ilgilendirmez, benim hiç umrumda olmaz”şeklinde konuşmuş olması solun bakış açısını gösteren çok açık bir örnek olmuştur. Bir canlı yayında da müvekkilin hanım arkadaşlarını kast ederek, “şimdi içeride düşünüyorlardır, akıllanıyorlardır” yorumlarıyla “oh olsun” anlamına gelen cümleleri milyonların gözü önünde sarf etmekten çekinmemiştir. Genç hanımların onlarca defa müebbet anlamına gelen binlerce yıllık hukuksuz ceza kararlarıyla cezaevi hücrelerinde terk edilmelerinden sevinç duyabilen bir vicdan katılığı aslında çok ürkütücüdür. Halkın “bugün ona bunu yapan yarın bana daha fazlasını yapar” endişesi duymasına neden olan bu zihniyet on yıllar boyunca halkın bu kesimlere haklı bir mesafe ile yaklaşmasına da sebep olmuştur.
Müvekkil aslında birçok sol görüşlü yorumcu ve gazetecinin samimi olarak adalet ve demokrasiyi istediğinin yüzlerindeki ifadeden dahi anlaşıldığını düşünmektedir. Ancak bu şekilde sadece kendinden olana adalet isteyerek adaletin olmayacağı da açıktır. Müvekkilin temennisi sol basının bugüne kadar hiç denemediği bir şeyi deneyip, “herkes için adalet, herkes için özgürlük” istemesidir. İşte o zaman Türkiye, tüm vatandaşların istediği ve hayal ettiği özgür, adil, demokrat, modern, zengin, hayat dolu bambaşka bir ülke olacaktır.
Sonuç olarak, Müvekkil Adnan Oktar özellikle şu hususa dikkat çekmektedir:
Türkiye’nin huzur ve güvenlik içinde olması, adaletin düzgün işlemesi kendisini solcu olarak nitelendiren gazeteci ve yorumcuların tavrına bağlıdır. Çünkü her kesim gibi sol düşüncenin de ülkenin dengesi için yeri önemlidir. Sol düşüncede olanların adalet, özgürlük, demokrasi arayışı ümit verici ve güzeldir. Ancak bunu sadece kendilerinden olana istediklerinde bu sonuç vermemektedir. Kendi halkını tanımıyor ve anlamıyor imajı veren, onların inançlarına ve yaşantılarına tepeden bakan sol zihniyet aslında farkına varmadan adalet, eşitlik, özgürlük isteyenlerin de ezilmesine sebep olmuştur. İçinde sevginin, anlayışın, değer vermenin, kendinden farklı olana yaşam hakkı tanımanın, onları da koruyup savunmanın olmadığı bir adalet ve özgürlük olamaz. Bu, tek bir düşüncenin diktası olabilir sadece. Bu sebepledir ki, halkın geniş kesimi de maruz kaldığı yoksulluğa, haksızlığa, adaletsizliğe, eşitsizliğe rağmen bazı solcuların sevgisizliğinizi tüm bunlardan daha korkutucu bulmaktadır. Bu korkuyu ortadan kaldırmak kolaydır.
Sadece sol kesime haksızlık yapıldığında sesini çıkartan, bu yönüyle iyi bir tutum sergileyen, ama aynı haksızlık, adaletsizlik sağ kesimde birine yapıldığında “oh olsun” adaletsizliği destekleyen bir anlayışın değer görmesi mümkün değildir. “Adalet”, “özgürlük” talebinde bulunanın samimiyetinin ve dürüstlüğünün ölçüsü herkes için aynı çabayı göstermektir. O zaman bu talepleri ciddiye alınacaktır. “Bizimkilere hukuksuzluk yapılmasın” değil “hiç kimseye hukuksuzluk, adaletsizlik yapılmasın” denildiğinde ancak, bu çağrının hükümet nezdinde de halk nezdinde de karşılığı ve güvenilirliği olacaktır.
Kamuoyunun bilgisine arz ederiz
.jpg)